30 Ekim 2013 Çarşamba

Goethe-Gönül yakınlıkları

Goethe ilişkiler üzerinde kurduğu bu yeni kavramla sosyolojide yepyeni bir çığır açmıştır. Weber gibi bir çok önemli isimleri etkilediği bu kavramı izah eden kitabı bizde biraz açıklamaya çalışalım.
Kitap temel olarak 4 karakterler üzerinedir. Eduard, Charlotte ve onun kuzeni ve yüzbaşı.. Ama burda önemli olan isimler değildir. Bunun nedenini kitabın temel felsefesini anlatan kısa alıntıyla açıklayalım.
B’ye sıkı sıkıya bağlı çeşitli yöntemlerle hatta güç kullanarak dahi ondan ayrılamayan bir A düşünün; birde D ile arasında benzer ilişki olan bir C düşünün şimdi iki çifti birbirleri ile temasa sokun biz önce kim kimi terketti kim diğeriyle birleşti farkedemeden; A, D ile C’de B ile yakınlaşacaktır.
Ve Goethe ciddi bir uyarıda bulunur, gönül yakınlıklarını yaşayacak olan kimselere ; D’ye dikkat et dostum! Eğer C elinden alınırsa B ne yapacaktır?
Ayrıca Goethe o en güzel sözlerine, özdeyişlerini Ottillie’nin günlüğü adıyla veriyor. Onlar dan biraz alıntılar yapalım. ‘Duyduğumuz şeyleri  başkalarına anlatırken onları tahrif etmemizin nedeni zaten en başta tam anlamamış oluşumuzdur.
'Bir insanı tanımak için, neyi gülünç bulduğundan daha iyi bir gösterge olamaz.'
'Sağduyulu bir insan hemen hemen her şeyi gülünç bulur, bilge bir insansa hemen hemen hiçbir şeyi.'
'Bazı kusurlar bir insanın var oluşu için gereklidir. Eski dostlarımızın bazı tuhaf özellikleri ortadan kalkmış olsa bu hoşumuza gitmezdi'.


23 Ekim 2013 Çarşamba

Felsefe ve Felsefi Mantık Yazıları

 Teo Grünberg-Felsefe ve Felsefi Mantık Yazıları


‘’Doğrulanan özdeyişler hiçbir zaman kesinliğe erişemez’’ diyerek giriş yapar Grünberg felsefe yazılarına. Bir önermenin doğruluğunun o önermenin ait olduğu sistemin bütün önceki önermeleriyle tutarlı olması demek olduğunu düşünenler için; empirik bilgiler dil dışına çıkamamakta, böylece önermelerin olgularla karşılaştırılmasını gerektiren pekiştirmelere yer kalmamaktadır. Daha iyi kavramak için basit bazı paradokslar verelim. Hem Grünberg ne demek istemiş daha iyi anlayalım hem de bazı kategorilerle mantık yazılarına da değinmiş olalım.
     Tekil terimlerin yol açtığı paradokslar
  Tekil terimler ile o terimlerin gösterdiği nesne arasında ki bağıntıyı incelersek 3 ilkeden söz edebiliriz; tek anlamlılık ilkesi, konu ilkesi ve değiş-tokuş edebilme ilkesi.
1)      Tek anlamlılık ilkesi: En çok bir nesneyi gösterebilir tek terimli olarak.
Örneğin: Bu kitap.
2)      Konu ilkesi: Her önerme, içinde geçen tek terimli ifade ile gösterdikleri nesneler hakkındadır.
Örneğin: Bu kitap mavidir.
3 )     Değiş-tokuş edebilme ilkesi: A ve B nesneler ise A=B’ den dolayı A yerine B kullanmak değiş-tokuş edebilme ilkesini etkilemez. Ayrıca bu ilke 1. ve 2. İlkenin zaruri sonucudur.


Konusuzluk Paradoksu
(1)    ‘’ Bugünkü Fransa kralı yoktur.’’ Bu önerme Bugünkü Fransa kralı diye kimse olmadığından doğrudur. Burada geçen tek terim: ‘’ Bugünkü Fransa kralı’’ ifadesidir. 2.ilkeye göre (1)’in konusu ‘Bugünkü Fransa kralının’ gösterdiği nesnedir. Oysa böyle bir nesne yoktur. Haliyle (1) konusuzdur. ‘’Hiçbir şey hakkında olmayan bir iddia ise manalı olmayacağından (1) manasızdır’’ Oysa (1) doğru, dolayısıyla manasızdır. O zaman hem (1) hem manalı hem manasızdır. Birisi o yok derse yok dediği şey nesne olur ve ister istemez varlığını kabul etmek zorunda kalır.
Diğer bir örnekte Grünberg her ne kadar buralara taşımamış olsa da bu konuyu. Tanrı ile ilgili ifadeler. Tanrı yoktur ifadesi de aslında aynı sebepten dolayı hükümsüzlüğe uğrar. Gerçek şu ki hiçbir varlık ne insan ne herhangi bir bilim bir ifadenin, nesnenin yahut yaratının yokluğu hakkında konuşamaz. Bizler en fazla bir takım yapboz parçası misali yeni üretimlermişçesine ancak yokluk hakkında yaratılar yaparak konuşabiliriz. Fakat aslında onlar da yokluk değil, değişimlerdir. Örneğin bir resim çizebiliriz; kafası geyik kafası olan ayakları fil ayağı, burnu fare burnu, kaşı insan kaşı olan vs. Buna yeni bir isim de verebiliriz. Ama bu artık yok olmaktan var olmaya terfi etmiştir!

    Mantık yazılarından söz ederken Matematik hakkında bir şeyler söylememek doğru olmaz.
Matematik tutarlı olması ile en az ‘somut’ modeli olduğu henüz kanıtlanamadığı gibi bunun tersinde hiçbir somut modeli olamayacağıda kanıtlanamamıştır. Hatta somut nesne, sonsuz şartı matematiğin tümünün somut bir modeli olduğunun anlaşıldığını söyleyebiliriz. Bunu Grünberg şöyle ifade etmiştir: ‘ Matematik herhangi bir nesnenin fiziğidir’.

  Son olarak birkaç önemli kavramı analiz edelim.
Duman çıkan yerde ateş beklenir, öyle ki duman ateşin bir işareti sayılabilir. Mavinin sıfat olması sentaktik, mavi sözünün dile getirilmesi semantik, önceden beri mavi rengini ifade için kullanılması pragmatik bir olgudur. Felsefenin tümünün salt semiotik üzerine kurulduğunu ( kurulması gerektiğini) söyleyebiliriz.
Bitirirken;
‘Her inanma bir kabuldür, yalnız her kabul bir inanma değildir’.

Teo Grünberg

9 Ekim 2013 Çarşamba

Freud - Cinsellik üzerine



Psikanalizin kurucusu olarak bildiğimiz Sigmund Freud Yahudi bir sinir doktorudur. İlk ortaya attığı kavramlar bilinçsizlik ve içe tıkmadır. Burada bir takım kavramları bulduğum kadarıyla aktarmaya çalışacağım:
 Ontojenetik : Kişinin kendi kendine gelişmesi olarak biliniyor.
Panseksüalizm: Tüm cinsellik, herşeyi cinsellikle anlatabilirliği kınama üzere eleştirel bir terim.



Psikanaliz: Psikoloji akımıdır, hiçbir davranışın rastgele olmadığını düşünen bir daldır.

Narsizm: Kişinin kendi ruhsal ve bedensel benliğine aşırı bir beğeni duyması.
Freudu bu cinsellik üzre kitabı analiz etmede bir takım kendi kategorilerimi oluşturdum. Bu şekilde anlamaya çalışalım.

A)     Anatomik saldırılar:
1)      Cinsel nesneye fazla değer verme: Aşkın yarattığı kolay inanılırlık önemli bir kaynaktır hiç değilse de otoritenin kaynağıdır.
2)      Fetişizm: ‘ Bana bir atkı getir onun göğsünü örtmüş olan sevgilimin çorabını getir.(Goethe) Psikanaliz açısından belirli nesnelerden görme ya da dokunma duyusu yoluyla doyum elde etmeye çalışmaktan oluşan cinsel sapıklık.
‘İlk göz ağrısı unutulmaz bu ilinti özellikle cinsel nesnenin bütün fetişist nitelikli olduğu durumlarda da ortaya çıkar.
B)      Cinsel amaç saptanımı :
-Sadist, Mazoşist : Cinsel ilişkide acı vermekle haz duyan kimse duyabileceği acıdan da zevk alma gücüne sahiptir. Bir sadist daima bir mazoşisttir.
C)      Sapıklar üzerine genel yargılar:
1)      Değişme ve hastalık: Denilebilir ki  sapık olarak belirtilebilecek normal cinsel amaca eklenen bir ögeye sahip olmayan kimse yoktur. Bu olgu bize dönüklük terimini bir ayıplama karakteri vermenin ne kadar az doğrulandığını tek başına göstermeye yetmelidir.
2)      Sapıklıkların incelenmesi: Bize cinsel dürtünün iğrenme ve utanma gibi belli bir takım psişik güçlere karşı direnç göstermediğini ve savaştığını öğretti.

Burada biraz daha tanımlamalara ihtiyacımız var. Freud hem bir tıp doktoru hem de henüz yeni kurulmuş bir bilimin sahibi olduğundan dolayı çok fazla hem tıbbi terim hemde yeni kavramsallaştırılmış terimlerle dolu metinler yazmıştır.
Nevroz: Davranış bozukluklarına yol açan akıl hastalığıdır. Burada hastalık bilinç ve kişilikte değil duygusal alandadır. Nevroz adeta sapıklığın negatifidir.
Aşkın kine,  tatlı heyecanın düşmanlığa dönüşmesinin nedeni olan şey, libidodaki kıyıcılık ögesidir.

D)     Çocukluk cinselliğinin bazen açığa çıkması:
1)Kesintileri: Bazen yüceltmeden kaçan bir cinsel yaşam parçasının bir patlayış yaptığı ya da bütün gizlilik süresi boyunca ergenlikle birlikte cinsel dürtünün gelişip ortaya çıkmasına kadar cinsel bir etkinlikle bulunduğu olur.
2)Gösterileri: Dudağın bir bölümü,  dil, derinin bir başka bölgesi sık sık ayak baş parmağı emme nesneleri olurlar.
E) Çocuğun cinsel araştırmaları:
1)Öğrenme:  Çocuk cinsel sorunlara görülmemiş bir şiddetle bağlanır, Zekasını uyaran sorunların bunlar olduğu bile söylenebilir.
F) Nesnenin keşfedilmesi:

1)Emzirme dönemi: Anne, akıl yaşamının tümünün içinde, her ahlaki ve psişik etkinlikte cinsel dürtünün önemi üzerinde daha bilgili olursa, kendine en küçük sitem yapılmasını önleyecektir.

Son bir örnekle bitirebiliriz;
3 yaşında ki çocuk teyze karanlık çok korkuyorum bana bir şey söyle derken, teyze bu neye yarar beni görmedikten sonra der. Çocuk zararı yok diye cevap verir. Demek ki birisi konuşurken aydınlık oluyor yani nevrotik bunaltının libidodan doğduğunu görüyoruz.


2 Ekim 2013 Çarşamba

EĞİTİM ÜZERİNE – Immanuel Kant

Alman idealizminin kurucusu filozof ve düşünürü olan Kant elini taşın altına koymuş ve eğitim gibi çok çetrefilli bir konuya değinmiştir. O ahlak üzere bir çok sert ve de genelleyici görüşlere sahipken ahlakın kurulmaya yani oluşmaya başladığı çocukluk evresine de müdahale etmekten kendini alıkoyamamıştır. Daha çok din temelli bir ahlaki eğitimi uygun görmüştür.

O der ki : ‘ İnsan eğitime ihtiyaç duyan tek varlıktır. Çünkü eğitimden biz ahlaki terbiyeyle birlikte bakıp büyütmeyi, umumi talim ve terbiyeyi anlamalıyız.

Sonra ‘aynı zamanda bütün akıllı varlıklar için genel bir yasa olmasını isteyebileceğin maksime göre eylemde bulun’ düsturunu ahlakının temel ilkesi yapmış bir düşünürün bununla yetinmeyip ne var ki çocukların sadece uysallaştırılması yeterli değildir. Çünkü onların düşünmeyi öğrenmesi daha büyük önemi haizdir’ der.

 Hiç kimse gösterilemez ki gençliğinde ihmal edilmiş olupta daha sonra kusurunun talim terbiyede mi yoksa ahlaki eğitimde mi olduğunu bilmeksizin olgunluk çağına ulaşabilsin. Eğitimden geçmemiş insan kaba talim terbiye görmemiş insan serkeştir. Talim terbiyenin ihmali eğitim öğretimin ihmalinden daha büyük bir kötülüktür çünkü bu sonuncusu daha sonra hayat içerisinde telafi edilebilir. Fakat serkeşlik giderilemez ve talim terbiye de yapılan yanlışlık hiçbir zaman tamir edilemez.

 Öte yandan eğitimin ideolojik olduğunu göz önüne alırsak yaratılan bu ahlak kurallarına uygun insan yetiştirmek insan arzusunu ve de iradesini hiçe saymaktır. Her insanın kendi özgür iradesine, özgür seçme hakkına sahip olduğunu unutmamalıyız. Bizim yahut toplumun yaratmış olduğu birtakım talim terbiye kuralları yeni bir kimlik yaratımından ziyade kopya kimlikler üretmek olacaktır. Bu ise pek faşizanca duygular besleyen bir sistematik eğitim olacaktır. Özellikle önce aile kurumu sonra devlet tarafından faaliyete geçen eğitim kurumları ile belirlenmiş ideolojiler bireylere karşı olgunluk çağına ulaştırma amacı içerisindeyken ancak kendi olgunluklarını kavratmış olacaklardır. Devlet bir ahlak öğretisi oluştururken sormamız gereken asıl soru şunlardır? Devlet ahlaklı mıdır? Ya da o ahlaklı olabilir mi? O ne zaman ahlaklı olabilir? O ahlaklı değilse eğer onun ahlaki bir doktrin meydana getirmesi mümkün müdür?

Kant’ın aileler için ahlaki eğitimle ilgili diğer temel önerisi onu disiplin üzerine değil maksimler üzerine oturtmalı; biri kötü alışkanlıktan alıkoyar, diğeri zihni eğitir ve düşünmeye hazırlar. O halde burada anlamamız gerek şudur: çocuk kendisini her daim değişen davranış saiklerinden hareketle değilde maksimlerle uyum içerisinde davranmaya alıştırmalıdır.

 Örneğin bir çocuk yaptığı yanlıştan dolayı cezalandırılmamalı ama bir tepkiyle karşılanmalıdır o der. Burada disiplinize ederek dize getirmekten ziyade daha aristokratik bir davranıştan söz eden Kant Aristokratçı bir geleneği devam ettirmiştir.

Sonuç olarak kitapta birçok eğitim üzere önerilerde bulunan Kant temel olarak eğitim ve din öğretili bir ahlakı savunmuştur. Bu bakımdan onu daha iyi anlamak için tam olarak Kant’ın ahlakını kavramamız gerekir. Bunun için ileri okumalar gereklidir.